Maddi ve Manevi Detoksun Kaynağı Oruç
İnsan bedeni, yapısal ve fonksiyonel olarak belli bilgisel veriler ışığında şekillenir. Kaş, göz ve saç rengi gibi yapısal özelliklerimiz, canlılık ölçütü standartlar anlamında nabız ve tansiyon gibi fonksiyonel değerler de hep bu bilgiler vasıtasıyla meydana gelir. Bu bilgilerin bedenimizdeki somut anlamda merkezi ise “DNA” denen minik kütüphanelerdir. 1 dakikada alacağımız nefes sayısından farklı organ ve dokulardaki hücrelerin birbirine hiç benzemeyen ve canlılığın devamını sağlayan faaliyetlerine kadar bütün fonksiyonlar yine bu merkezdeki bilgiler ile düzenlenir.
Fakat bazen bu bilgilerle bedensel işleyişi koordine etmek imkansız hale gelir. Bazen bilginin iletim sürecinde, bazen de fonksiyona dönüşmesi aşamasında değişime uğrayabilir. Sözgelimi, 120/80 mmHg şeklinde iletilen kan basıncı bilgisi, daha sonra değişime uğrayarak 150/90 mmHg olarak iletilebilir. Bu bilgi değişikliğinde çevresel etkenlerden genetiği değiştirilmiş gıda alımına, kimyasal ilaçlardan strese kadar bir çok farklı değişkenin rolü vardır. Sonuçta DNA’da kayıtlı olan bilgiler değişime uğrar ve oluşan yeni değerlere göre hareket eden bedenimizde hastalık olarak tanımladığımız tablolar ortaya çıkar.
Bilgi değişimine yol açan etkenlerin başında da gıda alımındaki düzensizlikler gelir. Bu dengesizlikler yüzünden adeta bir atık deposu haline gelen vücudumuzda ciddi anlamda toksik birikimler oluşur. Bu birikimler nedeniyle kanımızın yoğunluğunun ileri derecede arttığını, bunun sonucu olarak da kandaki oksijen ve besin maddelerinin dokulara ve hücrelere yeterince ulaştırılamadığını görürüz. Bütün sistemi dokulara yeterli oksijeni ulaştırmak ve hayatta kalmamızı sağlamak üzere kurgulanmış olan bedenimiz, kendi içinde bir düzenlemeye gider. DNA’dan gelen kayıtlı ilk bilgilenmeyi değiştirerek kan basıncının standartını yükseltir. Bu yolla doku oksijenlenmesini artıran bedenimizde yeni tansiyon değerlerimiz geçerli olmak üzere canlılığın sürdürülmesini sağlayacak adım atılmış olur. Eskiye göre yükselmiş bu tansiyon tablosuyla, yani bu yeni değerler ile karşılaşan hekim, ya tansiyonu baskılayarak o an için etkili ancak geçici bir adım atacak ya da bilgi değişikliğinin nedeni olan sorunları çözerek, hadiseyi temelinden ortadan kaldıracaktır. Biz, konunun tedaviyle alakalı bu boyutunu bir kenara bırakarak bedendeki değişimin nedeni olan engelleyici etkenleri konuşmaya devam edelim.
Genel bir tanımlamayla “serbest radikaller” olarak isimlendirilen bu engeller, birçok sağlık sorununun ve olumsuz değişikliğin de ana kaynağıdır. Bedenimiz, serbest radikallerin olumsuz etkilerinden korunmak üzere sadece kan basıncı değerlerinde değil, birçok organ faaliyetinde değişiklikler yapar. Son dönemde yapılan çalışmalar göstermiştir ki serbest radikaller, Alzheimer’dan Parkinson’a kadar çok sayıda kronik rahatsızlığın baş aktörüdür. Bu aktörlerin sahneden uzaklaştırılması, sağlığımızın bütünlüğü açısından çok büyük bir önem taşır. Uzaklaştırma işlemlerinin bütününe de, “Antioksidan Tedavi” veya kısaca “Detoks” adı verilmektedir.
Detoks mekanizmasında birçok beden faaliyeti rol aldığından, bunların desteklenmesinin antioksidan uygulamalara katkı sağlayacağı bilinmektedir. Bunların başında da şüphesiz, 'toksik yıkıcı etki oluşturan yapıların en aza indirilmesi' gelir. "Oruç", işte tam bu noktada devreye girer. Zararlı atık bırakarak bedeni kirleten maddeler, oruç ile minimuma indirilerek serbest radikal oluşumu bertaraf edilir. Bu uygulama o kadar yüz güldürücü sonuçlara sahiptir ki, doğal tedavi yöntemleri arasında “Oruç Tedavisi” adıyla yerini almıştır.
Bilgi değişikliğine neden olan unsurlar uzaklaştırıldığı için oruçlu kişinin bedeni, DNA’larındaki orijinal, ilk bilgilenmesine geri dönmeye başlar. Orijinal beden bilgileri vücudumuz için olması gereken optimum değerleri içerdiğinden, eski bilgiye dönüş gerçekleştiğinde beden gerçek sağlığına kavuşma şansını yakalar.
Akla şu soru gelebilir: Sıhhate tam olarak ulaşmak için bedenin sadece DNA’lardaki orijinal bilgilere dönmesi yeterli midir? Elbette ki hayır. Çünkü insan sadece kimyasal reaksiyonlar yığınından ibaret veya sadece fiziksel değerler ile koordine edilen bir yapı değildir. İnsan bedeni, birçok görünen veya görünmeyen irtibatlar içerir. Korku, sevinç ve heyecan gibi farklı duygulara, akıl gibi bir teraziye ve ona insan kimliğini kazandıran 'ruh'a sahiptir. Bu nedenle insan, sadece DNA’dan gelen bilgilerle koordine ediliyor demek eksik bir izahat olur. Gerçeği ifade etmek gerekirse, DNA denen protein zincirleri, insanı yoktan var eden ve mükemmel işleyişini hatasız şekilde yöneten bilgilerin asıl kaynağı olmayıp, başka bir yerden gelen bilgileri yansıtan birer 'ayna' konumundadır. (Akılsız bir molekül yapısındaki 2 gramlık DNA paketinin 2 milyon compact disc bilgisini üretmesi insan mantığına uygun gözükmemektedir.)
Hal böyle olunca, sadece cisim engellerinin kaldırılması bilgi akışının bozulmaması için yeterli gelmeyecektir. Bu noktada oruç bir kez daha devreye girecek, bir benzetmeyle, “manevi serbest radikaller” diyebileceğimiz mana boyutundaki engelleri de temizleyerek bir tür 'manevi detoks' gerçekleştirecektir. Oruç, bu çok özel görevi yerine getirmekle insanı, aynı zamanda DNA’ların da arkasındaki kainatı düzende tutan 'asıl bilgi kaynağı'na yaklaştırır. Bu seviyeye ulaşma imkanını yakalayan insan, yaradılışının esasına ait en orijinal bilgilerle buluşmuş ve varlık alemindeki hususi makamına kavuşmuş olur. Böylelikle oruç, bilgilenmedeki somut engelleri kaldırdığı gibi, mana engellerini de ortadan kaldırarak gerçek bir detoks işlevi görmüş olur. Maddi olduğu kadar manevi olarak da benzersiz bir vazife ifa eden oruca bakışımız ve onu yaşayışımız büyük önem arz etmektedir.
Şimdi de maddi ve manevi arındırma kaynağımız olan oruçla ilgili bazı önerilerimizi sıralayalım;
Demek ki madde ve mana boyutlu bir varlık olan insan, detoks sürecinde de madde ve mana boyutlu yaklaşıma ihtiyaç duyar. Oruç, maddeden manaya, manadan da maddeye bilgi akışını sağlayan kompakt bir işleyiş içerdiği için detoks faaliyetinde çok önemli bir yere sahiptir. Bu nedenle aklımıza detoks geldiğinde oruç hep yanı başımızda olmalıdır.
Dr. Mustafa Yaşar