Ağrıyı belirleyen beyin, beyni ağrıda yönlendiren ise hayatiyettir. O zaman ağrı eşittir hayattır. Bu nedenle hayati standartlarımın korunmasına yardımcı olan ağrımı seviyorum diyebiliriz.
Ağrı da sevilir mi diye düşünebilirsiniz. Ama acele etmeyin birazdan anlatacaklarım bu fikrinizi değiştirecektir. Vücudumuzda, kendini koruma ve kollama üzerine kurgulanmış birçok mekanizma bulunur. Bazen bizleri rahatsız eden ağrılarımız da bu mekanizmalardan sadece bir tanesidir. Esas olan bu mekanizmaları iyi tanımak ve demek istediğine göre hareket etmektir. Fakat özellikle ağrılarımız böyle değerlendirilmemekte ve baskılayıcı uygulamalar ile gün geçiştirilmektedir. Bunda en büyük etken ise ağrı mekanizmasının iyi tanınmamasından kaynaklanır.
BİR HASTALIK DEĞİLDİR
Ağrının kendisi bir hastalık değil bedensel bir problemin habercisidir. Bu iletinin oluşturulmasında da sadece sinir hücreleri değil birçok hücresel faaliyet görev alır. Çünkü bedensel her bir hücre hayatın idamesi için vazifelendirilmiştir. Bu nedenle hayatı tehdit edecek en ufak bir işaret birçok sinyal ile beyne iletilir ki, ağrı iletisi de bunlardan bir tanesidir. Bu ileti ile bedensel faaliyetler tekrar gözden geçirilerek yanlış olanların düzeltilmesi için yeni aksiyonlar oluşturulur.
BEYNİN ALGISI ÖNEMLİ
Yıllarca ağrının alt yapısında fiziksel ya da psikolojik kaynaklar düşünüldü. Fakat beynin algılaması ağrı mekanizmaları arasında görülmedi. Bu nedenle ağrınızın fiziksel nedeni yok ise psikolojik olarak değerlendirildi. Ama son yapan çalışmalar göstermiştir ki, ağrı oluşumunda beynin algılaması bütün nedenlerin en önünde yer almaktadır. Beyin algılamasının alt yapısında ise bedenin hayatiyeti ön plandadır. Yani, gelen bilgiler beyin tarafından değerlendirilerek var olan hasar hayatiyeti tehdit edecek düzeyde ise anlam içerir ve ağrı oluşturarak bedenin kendini koruma mekanizması devreye konur. Örneğin yaralanma gibi tehlikeli durumlarda beyne anlık sinyaller gönderilir. Fakat düşünüldüğü gibi her sinyal karşılığında ağrı ortaya konmaz. Yani zile dokunur gibi her hasar beyinde ağrı zillerini çaldırmaz. Bunun yerine beyin gelen sinyali değerlendirerek pek çok faktöre bağlı olarak, az, çok yada hiç ağrı hissetmememizi sağlayabilir.
HASAR DERECESİNE GÖRE
Bazen oksijen seviye yetersizliği bazen de onarılması gereken bir doku ağrı uyaranı oluşturabilir. Örneğin beldeki bir yaralanamaya bağlı olarak sinir baskıları oluşmuş ise beyin hasarlı bölgenin korunması için ağrı kimyasallarını üretir. Bu kimyasallar bu bölgeleri hassaslaştırarak yüklenici hareketler karşısında dikkatli hareket edilmesi sağlanır. Eğer yaralanma bedensel hasara neden olamayacak düzeyde ise o zaman ağrı uyaranı, oluşturan yeni kimyasallar ile ortadan kaldırılarak beden eski faaliyetlerine döndürülür.
AĞRININ KAYNAĞI
Ağrının niçin oluştuğu önemlidir. Çünkü, bu nedenler göz ardı edilerek ortaya konacak her ağrı kesici uygulama bedensel yeni hasarlara neden olur. Buna bağlı olarak da zamanla telafisi güç durumlar ortaya çıkabilir. Örneğin, beyindeki oksijen düşüklüğü bir ağrı sinyali ile kendini gösterebilir. Ama bu durum iyi algılanmadan sadece ağrı kesiciler ile günün geçiştirilmesi ile Alzheimer, felç, Parkinson dahil birçok nörolojik problem ortaya çıkabilir. Bu nedenle ağrının direkt kesilmesi değil kaynağının araştırılması önem arz eder.
BENİ SEVENİ BEN DE SEVERİM
Gelen her algıyı değerlendiren beyin, hayati değerleri koruma iç güdüsü ile kararlar vererek ağrının olup olmayacağını veya ne şiddette olacağına kararlaştırır. Yani ağrıyı belirleyen beyin, beyni ağrıda yönlendiren ise hayatiyettir. O zaman ağrı eşittir hayattır. Bu nedenle hayati standartlarımın korunmasına yardımcı olan ağrımı seviyorum diyebiliriz.
Yazının tamamını okumak için tıklayın